İstiklal Marşı Oratoryosu (Türkiyede bir ilk) 2009 da MÜFTÜLÜK ORGANİZE EDECEK

28 Ağustos 2009 Cuma

Abdussamed, Duha, - Süperbir kıraat


Abdussamet'ten Mükemmel Kuran Ziyafeti
by merrtt





This is a mujawwad recitation of three complete surahs. Sheikh Mitwalli has a very powerful voice, mashaAllah. Arabic, English and transliteration provided. A nice way to learn some short surahs.

Ad-Dhuha
From Wikipedia, the free encyclopedia
Jump to: navigation, search


Surat Ad-Dhuha (Arabic: الضحى‎ aḍ-Ḍuḥà, The Morning Hours, Morning Bright) is the 93rd sura of the Qur'an with 11 ayat.
Although there is some debate amongst scholars, this sura in often considered to be the second revealed to Muhammad. After the first sura (al-Alaq) was received, there was a period of silence in which no further messages were revealed. During this time, the new Prophet wondered if he had somehow displeased God, who it seemed for a while was no longer sending down His message. This sura broke that silence, and reassured Muhammad that all will be understood in time. The image of the morning (ad-Dhuha) is the first word of the sura, and can be understood as symbolizing Muhammad's "new day" as the Messenger of God, as well as the "dawn" of the new way of life that would become Islam. After this sura, the visitations of Gabriel with the words of the Qur'an would come to Muhammad regularly until his death.
Because of subject matter, length, style, and placement in the Qur'an, this sura is often coupled with Sura Al-Inshirah. They are generally considered to have be revealed around the same time.
Contents[hide]
1 Summary, Lines 1-11
2 Trivia
3 See also
4 External links
//

[edit] Summary, Lines 1-11
This sura begins by invoking the Morning and the Night, meaning that God's will acts both during the day (when the Light of God is obvious), and the night (when it seems to man that God is absent). The Qur'an comforts the new Prophet with the message that God is not angered with him, nor has God abandoned him; indeed, God says He is pleased with him. It goes on saying that "The Last will be better for thee than the First" - things will end better as they are now, meaning either (or both) in Muhammad's victories on Earth, or in the Afterlife. To prove the point, the Qur'an asks Muhammad if God has ever failed him:
"Did He not find thee an orphan and shelter thee?
Did He not find you lost and guide thee?
And He found thee in need and enrich thee?"
The answer for all of these is, of course, yes. Muhammad was in each of these three positions and has risen above them: when he was orphaned he was protected, when he was looking for answers they were given, and when he was without wealth he was provided for. The Qur'an then reverts the three questions into three commands, suggesting that as God has done to His Prophet, the Prophet must do to all people:
"Therefore, as for the orphan protect him,
As for the beggar, oppress him not,
And as for thy Lord's favor, declare it."
Al-Lail
The Qur'an - Sura 93
Next Sura:Al-Inshirah
Arabic text
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114
This box: viewtalkedit

[edit] Trivia
The first part of this sura was recited in Lawrence of Arabia where Lawrence surprises the others by showing he knows it.

[edit] See also
Salat (Prayer)
Dhuhr (Mid-day prayer)

[edit] External links

Wikisource has original text related to this article:
Qur'an - Ad-Dhuha
Ad-Dhuha at Tafsir.com
Ad-Dhuha at Altafsir.com
Retrieved from "http://en.wikipedia.org/wiki/Ad-Dhuha"
Categories: Sura


وَالضُّحَى

Ved duhâ.

1. ve : andolsun
2. ed duhâ : kuşluk vaktine


İmam İskender Ali Mihr : Duhâ (kuşluk) vaktine andolsun.
Diyanet İşleri : Kuşluk vaktine andolsun,
Abdulbaki Gölpınarlı : Andolsun kuşluğa.
Adem Uğur : Andolsun kuşluk vaktine
Ali Bulaç : Kuşluk vaktine andolsun,
Ali Fikri Yavuz : And olsun kuşluk vaktine,
Bekir Sadak : Kusluk vaktine and olsun;
Celal Yıldırım : Kuşluk vaktine,
Diyanet İşleri (eski) : Kuşluk vaktine and olsun;
Diyanet Vakfi : (1-3) Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.
Edip Yüksel : Andolsun kuşluk vaktine,
Elmalılı Hamdi Yazır : O duhâya
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Andolsun kuşluk vaktine
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Andolsun kuşluk vaktine.
Fizilal-il Kuran : Kuşluk vaktine andolusun.
Gültekin Onan : Kuşluk vaktine andolsun,
Hasan Basri Çantay : Andolsun kuşluk vaktına,
İbni Kesir : Andolsun, kuşluk vaktine.
Muhammed Esed : Aydınlık sabahı düşün,
Ömer Nasuhi Bilmen : (1-2) Kasem olsun kuşluk vaktine. Ve sâkin olduğu zaman geceye ki,
Şaban Piriş : Andolsun kuşluk vaktine.
Suat Yıldırım : Güneşin yükselip en parlak halini aldığı kuşluk vakti hakkı için!
Süleyman Ateş : Kuşluk vaktine andolsun,
Tefhim-ul Kuran : Kuşluk vaktine andolsun.
Ümit Şimşek : And olsun kuşluk vaktine,
Yaşar Nuri Öztürk : Yemin olsun kuşluk vaktine,



وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَىٰ

Vel leyli izâ secâ.

1. ve el leyli : ve gece
2. izâ : olduğu zaman
3. secâ : zifiri karanlık çöktü (gecenin karanlığının en derin, en sessiz zamanı)


İmam İskender Ali Mihr : Ve zifiri karanlık çöktüğü zaman geceye (andolsun) ki.
Diyanet İşleri : Karanlığı çöktüğü vakit geceye andolsun ki,
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve geceye, karanlığı basınca.
Adem Uğur : Ve sükûna erdiğinde geceye ki,
Ali Bulaç : 'Karanlığı iyice çöktüğü' zaman geceye,
Ali Fikri Yavuz : Karanlığı çöküb de sükûn bulduğu zaman geceye ki,
Bekir Sadak : Sukun erdigi zaman geceye and olsun ki,
Celal Yıldırım : Karanlığıyla yönelip gelen geceye and olsun ki,
Diyanet İşleri (eski) : Sükun erdiği zaman geceye and olsun ki,
Diyanet Vakfi : (1-3) Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.
Edip Yüksel : Ve dingin olduğu zaman geceye,
Elmalılı Hamdi Yazır : Ve dindiği zaman o geceye kasem olsun ki
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : ve dindiği zaman o geceye ki,
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Ve sakinleştiği zaman geceye ki,
Fizilal-il Kuran : Durgunlaşan geceye andolsun ki,
Gültekin Onan : 'Karanlığı iyice çöktüğü' zaman geceye,
Hasan Basri Çantay : (insanların) sükûna vardığı dem geceye ki,
İbni Kesir : Ve sükuna erdiğinde geceye.
Muhammed Esed : ve durgun, karanlık geceyi.
Ömer Nasuhi Bilmen : (1-2) Kasem olsun kuşluk vaktine. Ve sâkin olduğu zaman geceye ki,
Şaban Piriş : Sükuna erdiği vakit geceye..
Suat Yıldırım : Sükûnete erdiği dem gece hakkı için ki:
Süleyman Ateş : Sâkinleşen geceye andolsun ki,
Tefhim-ul Kuran : 'Karanlığı iyice çöktüğü' zaman geceye,
Ümit Şimşek : Ve sükûna erdiğinde geceye:
Yaşar Nuri Öztürk : Gelip oturduğu vakit geceye ki,



مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلَىٰ

Mâ veddeake rabbuke ve mâ kalâ.

1. mâ veddea-ke : sana veda etmedi, seni terketmedi
2. rabbu-ke : senin Rabbin
3. ve mâ kalâ : ve darılmadı


İmam İskender Ali Mihr : Rabbin seni terketmedi ve darılmadı.
Diyanet İşleri : Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.
Abdulbaki Gölpınarlı : Rabbin, seni ne terketti, ne de darıldı sana.
Adem Uğur : Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.
Ali Bulaç : Rabbin seni terketmedi ve darılmadı.
Ali Fikri Yavuz : Rabbin seni terk etmedi (Ey Rasûlüm), darılmadı da...
Bekir Sadak : Rabbin seni ne birakti ve ne de sana darildi.
Celal Yıldırım : Rabbin seni terketmedi ve sana darılmadı..
Diyanet İşleri (eski) : Rabbin seni ne bıraktı ve ne de sana darıldı.
Diyanet Vakfi : (1-3) Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.
Edip Yüksel : Rabbin seni ne bıraktı ne de sana darıldı.
Elmalılı Hamdi Yazır : veda' etmedi rabbın sana ve darılmadı
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Rabbin sana veda etmedi ve darılmadı!
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Rabbin seni bırakmadı ve darılmadı.
Fizilal-il Kuran : Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı,
Gültekin Onan : Rabbin seni terketmedi ve darılmadı.
Hasan Basri Çantay : (Habîbim) Rabbim seni terketmedi. (Sana) darılmadı da.
İbni Kesir : Rabbın seni ne terk etti, ne de darıldı.
Muhammed Esed : Rabbin seni ne unuttu ne de darıldı:
Ömer Nasuhi Bilmen : Rabbin seni ne terketti ve ne de (sana) darıldı.
Şaban Piriş : Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı.
Suat Yıldırım : Ey Resulüm! Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.
Süleyman Ateş : Rabbin, seni bırakmadı ve sana darılmadı.
Tefhim-ul Kuran : Rabbin seni terketmedi ve darılmadı da.
Ümit Şimşek : Rabbinin seni terk ettiği de yok, sana darıldığı da.
Yaşar Nuri Öztürk : Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.



وَلَلْآخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْأُولَىٰ

Ve lel âhıretu hayrun leke minel ûlâ.

1. ve : ve
2. le : mutlaka, elbette
3. el âhıretu : ahiret, bundan sonraki
4. hayrun : daha hayırlı
5. leke : senin için
6. min(e) : den
7. el ûlâ : evvel


İmam İskender Ali Mihr : Ve ahiret (bundan sonraki hayat), mutlaka senin için, evvelkinden (dünya hayatından) daha hayırlıdır.
Diyanet İşleri : Muhakkak ki âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve elbette âhiret, önceki dünyâdan da hayırlıdır sana.
Adem Uğur : Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.
Ali Bulaç : Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.
Ali Fikri Yavuz : Muhakkak ki ahiret, senin için dünyadan daha hayırlıdır.
Bekir Sadak : Dogrusu ahiret senin icin dunyadan daha hayirlidir.
Celal Yıldırım : Ve elbette Âhiret senin için Dünya'dan daha hayırlıdır.
Diyanet İşleri (eski) : Doğrusu ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.
Diyanet Vakfi : Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.
Edip Yüksel : Senin için son (ahiret) ilkten (dünyadan) daha iyidir.
Elmalılı Hamdi Yazır : ve her halde sonu senin için önünden daha hayırlı
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Ve kesinlikle senin için sonu önünden (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Ahiret senin için dünyadan iyi olacaktır.
Fizilal-il Kuran : Andolsun senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır,
Gültekin Onan : Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.
Hasan Basri Çantay : Elbette âhiret senin için dünyâdan hayırlıdır.
İbni Kesir : Ahiret, elbette senin için dünyadan daha hayırlıdır.
Muhammed Esed : öteki dünya senin için (hayatının) bu ilk bölümünden mutlaka daha iyi olacak!
Ömer Nasuhi Bilmen : Ve elbette ki, senin için ilerisi evvelinden daha hayırlıdır.
Şaban Piriş : Gerçekten ahiret/sonuç senin için dünyadan/evvelinden daha hayırlıdır.
Suat Yıldırım : Elbette senin için her zaman, işin sonu, başından daha hayırlıdır.
Süleyman Ateş : Senin sonun, ilkinden iyi olacaktır.
Tefhim-ul Kuran : Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.
Ümit Şimşek : Senin için âhiret dünyadan hayırlıdır.
Yaşar Nuri Öztürk : Sonrası, senin için öncesinden elbette ki daha mutlu ve kutlu olacaktır


وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَىٰ

Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ.

1. ve : ve
2. le : elbette, mutlaka
3. sevfe : yakında olacak
4. yu'tî-ke : sana verecek, ihsan edecek
5. rabbu-ke : senin Rabbin
6. fe : böylece
7. terdâ : sen razı olacaksın


İmam İskender Ali Mihr : Ve mutlaka Rabbin yakında sana verecek (ihsan edecek), böylece sen razı olacaksın.
Diyanet İşleri : Şüphesiz, Rabbin sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve elbette yakında Rabbin, öyle şeyler verecek ki sana, sonuçta râzı olacaksın.
Adem Uğur : Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın.
Ali Bulaç : Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.
Ali Fikri Yavuz : İleride (kıyamet günü), Rabbin sana (şefaat makamını) verecek de hoşnud olacaksın.
Bekir Sadak : Rabbin suphesiz sana verecek ve sen de hosnut olacaksin.
Celal Yıldırım : Elbette Rabbin sana öylesine verecek ki, (O'ndan da, verdiğinden de) razı olacaksın, (hoşnud olmaya devam edeceksin).
Diyanet İşleri (eski) : Rabbin şüphesiz sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.
Diyanet Vakfi : Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın.
Edip Yüksel : Rabbin yakında sana verecek ve sen de beğeneceksin.
Elmalılı Hamdi Yazır : ve ileride rabbın sana atâ edecek öyle atâ edecek ki rızaya ereceksin
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : ileride Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın!
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Rabbın sana verecek ve sen hoşnut olacaksın.
Fizilal-il Kuran : Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın.
Gültekin Onan : Elbette rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.
Hasan Basri Çantay : Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnuud olacaksın.
İbni Kesir : Şüphesiz Rabbın, sana verecek ve sen, hoşnud olacaksın.
Muhammed Esed : Ve zamanı geldiğinde Rabbin sana (kalbinden geçeni) bağışlayacak ve seni hoşnut kılacak.
Ömer Nasuhi Bilmen : Ve muhakkak ki, sana Rabbin ihsan buyuracak, sen de hoşnut olacaksın.
Şaban Piriş : Rabbin sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.
Suat Yıldırım : Elbette Rabbin sana ileride öyle ihsan edecek, ta ki sen de O’ndan ve verdiğinden razı olacaksın.
Süleyman Ateş : Rabbin, sana verecek ve sen râzı olacaksın.
Tefhim-ul Kuran : Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.
Ümit Şimşek : Rabbin sana öylesine verecek ki, sen hoşnut olacaksın.
Yaşar Nuri Öztürk : Rabbin sana verecek de sen hoşnut olacaksın!



أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَآوَىٰ

E lem yecidke yetîmen fe âvâ.

1. e : mi
2. lem yecid-ke : seni bulmadı
3. yetîmen : yetim
4. fe : sonra
5. âvâ : barındırdı


Diyanet İşleri : Seni yetim bulup da barındırmadı mı?
Abdulbaki Gölpınarlı : Seni bir yetîm olarak bulup da yer yurt vermedi mi sana?
Adem Uğur : O, seni yetim bulup barındırmadı mı?
Ali Bulaç : Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı?
Ali Fikri Yavuz : O (Rabbin) sen bir yetim iken, (seni) barındırmadı mı?
Bekir Sadak : Seni oksuz bulup da barindirmadi mi?
Celal Yıldırım : Seni öksüz bulup barındırmadı mı ?
Diyanet İşleri (eski) : Seni öksüz bulup da barındırmadı mı?
Diyanet Vakfi : O, seni yetim bulup barındırmadı mı?
Edip Yüksel : Seni bir öksüz olarak bulup barındırmadık mı?
Elmalılı Hamdi Yazır : O seni bir yetîm iken barındırmadı mı?
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : O, seni bir yetim iken barındırmadı mı?
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : O seni yetim bulup da barındırmadı mı?
Fizilal-il Kuran : O seni yetim bulup barındırmadı mı?
Gültekin Onan : Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı?
Hasan Basri Çantay : O, bir yetîm olduğunu bilib de (seni) barındırmadı mı?
İbni Kesir : O; seni öksüz bulup da barındırmadı mı?
Muhammed Esed : O seni yetim olarak bulup bir sığınak vermedi mi?
Ömer Nasuhi Bilmen : Seni bir yetim bulup da barındırmadı mı?
Şaban Piriş : Seni yetim bulup, barındırmadı mı?
Suat Yıldırım : Seni yetim bulup barındırmadı mı?
Süleyman Ateş : O, seni yetim bulup barındırmadı mı?
Tefhim-ul Kuran : Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı?
Ümit Şimşek : Sen yetimken O seni barındırmadı mı?
Yaşar Nuri Öztürk : O seni bir yetim olarak bulup da barınağa kavuşturmadı mı?


وَوَجَدَكَ ضَالًّا فَهَدَىٰ

Ve vecedeke dâllen fe hedâ.

1. ve vecede-ke : ve seni buldu
2. dâllen : dalâlette olanların arasında olma, dalâlette olma, hidayette olmama
3. fe : sonra
4. hedâ : hidayete erdirdi


İmam İskender Ali Mihr : Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.
Diyanet İşleri : Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi?
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve seni, yol yitirmiş bulup da yol göstermedi mi sana?
Adem Uğur : Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?
Ali Bulaç : Ve seni yol bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi?
Ali Fikri Yavuz : Seni, (şeriat hükümlerini) bilmezken, (nübüvvet nimeti ile şer’î) yola koymadı mı?
Bekir Sadak : Seni sasirmis bulup, dogru yola eristirmedi mi?
Celal Yıldırım : Seni yol bilmez iken (en doğru) yola iletmedi mi ?
Diyanet İşleri (eski) : Seni şaşırmış bulup, doğru yola eriştirmedi mi?
Diyanet Vakfi : Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?
Edip Yüksel : Seni bir sapık olarak bulup doğruya iletmedik mi?
Elmalılı Hamdi Yazır : ve seni yol bilmez iken yola koymadı mı?
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Seni, yol bilmez iken (doğru) yola koymadı mı?
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Seni yol bilmez bulup yola iletmedi mi?
Fizilal-il Kuran : Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?
Gültekin Onan : Ve seni yol bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi?
Hasan Basri Çantay : Seni (çocukluğunda) gaaib olmuş bulub da yolunu doğrultmadı mı?
İbni Kesir : Seni şaşırmış bulup da doğru yola eriştirmedi mi?
Muhammed Esed : Ve yolunu kaybetmiş görüp seni doğru yola ulaştırmadı mı?
Ömer Nasuhi Bilmen : Ve seni bir şaşırmış halde buldu da doğru yolu göstermedi mi?
Şaban Piriş : Seni dalalette bulup, doğru yolu göstermedi mi?
Suat Yıldırım : Seni dinin hükümlerinden habersiz bulup seçerek dosdoğru yola koymadı mı?
Süleyman Ateş : Seni şaşırmış bulup yola iletmedi mi?
Tefhim-ul Kuran : Ve seni yol bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi?
Ümit Şimşek : Sen şaşırmışken O sana yol göstermedi mi?
Yaşar Nuri Öztürk : Seni şaşırmış olarak bulup da kılavuzluğunu üstlenmedi mi?



وَوَجَدَكَ عَائِلًا فَأَغْنَىٰ

Ve vecedeke âilen fe agnâ.

1. ve vecede-ke : ve seni buldu
2. âilen : yokluk
3. fe : sonra
4. agnâ : gani kıldı, zengin kıldı


İmam İskender Ali Mihr : Ve seni yokluk içinde buldu sonra zengin kıldı.
Diyanet İşleri : Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi?
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve seni yoksul bulup da zenginlik vermedi mi sana?
Adem Uğur : Seni fakir bulup zengin etmedi mi?
Ali Bulaç : Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?
Ali Fikri Yavuz : Seni, bir, yoksul iken, (Hz. Hatice’nin malı ile) zengin etmedi mi?
Bekir Sadak : Seni fakir bulup zenginlestirmedi mi?
Celal Yıldırım : eni fakir bulup zengin etmedi mi?
Diyanet İşleri (eski) : Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi?
Diyanet Vakfi : Seni fakir bulup zengin etmedi mi?
Edip Yüksel : Seni fakir bulup zengin etmedik mi?
Elmalılı Hamdi Yazır : ve seni bir yoksul iken zengin etmedi mi?
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Seni bir yoksul iken zengin etmedi mi?
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Seni yoksul bulup zengin etmedi mi?
Fizilal-il Kuran : Fakir iken seni zengin etmedi mi?
Gültekin Onan : Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?
Hasan Basri Çantay : Seni, bir fakîr olduğunu bilib de, zengin yapmadı mı?
İbni Kesir : Seni fakir bulup da zenginleştirmedi mi?
Muhammed Esed : İhtiyaç içinde bulup seni tatmin etmedi mi?
Ömer Nasuhi Bilmen : Ve seni bir yoksul buldu da zengin kılmadı mı?
Şaban Piriş : Seni fakir bulup, zengin etmedi mi?
Suat Yıldırım : Seni muhtaç bulup ihtiyacını gidermedi mi?
Süleyman Ateş : Seni fakir bulup zengin etmedi mi?
Tefhim-ul Kuran : Bir yoksul iken seni bulup da zengin etmedi mi?
Ümit Şimşek : Sen yoksulken O seni zengin etmedi mi?
Yaşar Nuri Öztürk : Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?


فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ

Fe emmel yetîme fe lâ takher.

1. fe : artık
2. emmâ : amma, fakat
3. el yetîme : yetim
4. fe : bundan sonra
5. lâ takher : kahretme, üzme


İmam İskender Ali Mihr : Fakat bundan sonra yetimi kahretme (üzme).
Diyanet İşleri : Öyleyse sakın yetimi ezme!
Abdulbaki Gölpınarlı : Artık sen de yetîmi horlama.
Adem Uğur : Öyleyse yetimi sakın ezme.
Ali Bulaç : Öyleyse, sakın yetimi üzüp kahretme.
Ali Fikri Yavuz : Öyle ise, yetime gelince; zulüm etme.
Bekir Sadak : Oyleyse sakin oksuze kotu muamele etme;
Celal Yıldırım : O halde, sakın öksüzü hor görüp ona kötü davranma !
Diyanet İşleri (eski) : Öyleyse sakın öksüze kötü muamele etme;
Diyanet Vakfi : Öyleyse yetimi sakın ezme.
Edip Yüksel : Öyleyse, öksüzü yüzüstü bırakma.
Elmalılı Hamdi Yazır : Öyle ise amma yetîme kahretme
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Öyle ise, sakın yetime kahretme (onu horlama)!
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Öyleyse sakın yetimi ezme.
Fizilal-il Kuran : Yetime gelince sakın onu üzme,
Gültekin Onan : Öyleyse, sakın yetimi üzüp kahretme.
Hasan Basri Çantay : O halde, yetime gelince: (Ona sakın) kahretme.
İbni Kesir : O halde sakın yetime kahretme.
Muhammed Esed : Öyleyse yetime haksızlık yapma,
Ömer Nasuhi Bilmen : Artık yetime sakın kötü bir muamelede bulunma.
Şaban Piriş : Şimdi yetimi hor görme.
Suat Yıldırım : Öyle ise, sakın yetimi güçsüz bulup hakkını yeme, sakın onu küçümseyip üzme!
Süleyman Ateş : Öyleyse sakın öksüzü ezme,
Tefhim-ul Kuran : Öyleyse, sakın yetimi üzüp kahretme.
Ümit Şimşek : Öyleyse yetime sakın kötü davranma.
Yaşar Nuri Öztürk : O halde, yetimi örseleme,



وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ

Ve emmes sâile fe lâ tenher.

1. ve emmâ : ve amma, fakat
2. es sâile : isteyen
3. fe : bundan sonra
4. lâ tenher : azarlama


Diyanet İşleri : Sakın isteyeni azarlama!
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve bir şey dileyeni boş çevirme, azarlama.
Adem Uğur : El açıp isteyeni de sakın azarlama.
Ali Bulaç : İsteyip dileneni azarlayıp çıkışma.
Ali Fikri Yavuz : Dilenciyi de azarlama.
Bekir Sadak : Ve sakin bir sey isteyeni azarlama;
Celal Yıldırım : Ve bir şey isteyeni azarlama!
Diyanet İşleri (eski) : Ve sakın bir şey isteyeni azarlama;
Diyanet Vakfi : El açıp isteyeni de sakın azarlama.
Edip Yüksel : Dilenciyi de azarlama.
Elmalılı Hamdi Yazır : ve amma sâili azarlama
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : El açıp isteyeni de azarlama!
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Dilenciyi de azarlama.
Fizilal-il Kuran : Yoksula gelince sakın onu azarlama,
Gültekin Onan : İsteyip dileneni azarlayıp çıkışma.
Hasan Basri Çantay : Sâile gelince: (Onu) da azarlayıb koğma.
İbni Kesir : Ve bir şey isteyeni azarlama.
Muhammed Esed : yardım isteyeni asla geri çevirme,
Ömer Nasuhi Bilmen : (10-11) Ve bir şey dileneni de sakın kovma. Fakat Rabbin nîmetini de yâd et.
Şaban Piriş : İsteyeni azarlama.
Suat Yıldırım : İsteyene de kaba davranma, onu azarlama!
Süleyman Ateş : Dilenciyi azarlama.
Tefhim-ul Kuran : İsteyip dileneni de azarlayıp çıkışma.
Ümit Şimşek : İsteyeni azarlama.
Yaşar Nuri Öztürk : Yoksulu/dilenciyi azarlama!


وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ

Ve emmâ bi ni’meti rabbike fe haddis.

1. ve : ve
2. emmâ : amma, fakat
3. bi ni'meti : ni'metini
4. rabbi-ke : senin Rabbin, Rabbin
5. fe : artık
6. haddis : bahset, anlat



Abdulbaki Gölpınarlı : Ve Rabbinin nîmetini an, söyle.
Adem Uğur : Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.
Ali Bulaç : Rabbinin nimetini durmaksızın anlat.
Ali Fikri Yavuz : Amma Rabbinin (sana verdiği peygamberlik) nimetini (durma insanlara) söyleyip anlat...
Bekir Sadak : Yalnizca Rabbinin nimetini anlat. *
Celal Yıldırım : Ama Rabbin nîmetini elinden geldiğince anlat!
Diyanet İşleri (eski) : Yalnızca Rabbinin nimetini anlat.
Diyanet Vakfi : Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.
Edip Yüksel : Ve Rabbinin sana yaptığı iyilikleri de anlat.
Elmalılı Hamdi Yazır : Fakat rabbının ni'metini anlat da anlat.
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat!
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat.
Fizilal-il Kuran : Yalnızca Rabbinin nimetini anlat.
Gültekin Onan : Rabbinin nimetini durmaksızın anlat.
Hasan Basri Çantay : Bununla beraber, Rabbinin ni'metini (durmayıb) söyle (anlat).
İbni Kesir : Rabbının nimetine gelince ondan sözet.
Muhammed Esed : ve (her zaman) Rabbini(n) nimetlerini an.
Ömer Nasuhi Bilmen : (10-11) Ve bir şey dileneni de sakın kovma. Fakat Rabbin nîmetini de yâd et.
Şaban Piriş : Rabbinin nimetini ise, haydi anlat.
Suat Yıldırım : Rabbinin nimetlerini ise durmayıp söyle!
Süleyman Ateş : Ve Rabbinin ni'metini anlat.
Tefhim-ul Kuran : Rabbinin nimetini durmaksızın anlat.
Ümit Şimşek : Rabbinin nimetini yâd et.
Yaşar Nuri Öztürk : Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle dile getir!

24 Ağustos 2009 Pazartesi

18 Ağustos 2009 Salı

boş js

.